Unuttuklarımızı Hatırlamak

Çocuk olmak;


 Korkusuz olabilmektir aslında;


 Kuralları boşa çıkarmak, yeniden boyanmaktır.
Ve boyamaktır aslında hayatı kendi tatlılığıyla...


 Elindekiyle mutlu olmak, eğlenmek ve eğlendirmektir.


 Aldırış etmeden kim ne der diye, ıslanabilmektir çocuk olmak...


İçinden geldiği gibi, samimi davranabilmektir çocuk olmak.
Olduğu gibi,
İçten;
Doğal olabilmektir...


 Fırsatları değerlendirebilmektir çoğu kez çocuk olmak.
Şartlara çabuk uyum sağlayabilmektir.
Sorgulamadan kabulleniştir belki de...


Çocuk olmak, temizlik, saflık, iyi niyettir.
Varolmaktır çocuk olmak...
Varolduğunu, yaşadığını hissedebilmektir...
İnsan olabilmektir...


Omuzundaki yükü görmezden gelebilmek, 
hayatın getirdiğine "amenna" diyecek kadar güçlü olabilmektir aslında.


Bardağın hep dolu tarafını görebilmektir çocuk olmak...
 

 Hayatın tek renk olmadığını farkedebilmek,
Siyahın ardından kırmızının, beyazın, pembenin veya yeşilin gelebileceğini bilerek ümitle bekleyebilmektir...


 Ve en önemlisi belki de;

Çocuk olmak;
Paylaşabilmek
Yaşayabilmek
Sevebilmektir.
Güzel olan herşeyde vardır çocuk olmak...

Çocuk olmak, unuttuklarımızı tekrar hatırlayabilmektir.



Hepimiz bir zamanlar çocuktuk.
Onlar gibi temiz, iyi niyetli ve mutluyduk.
                                                     Unuttuysak, hatırlamamız dileğiyle...


Blog Dostlarıma Kucak Dolusu Teşekkürler

Merhabalar;

Bir süredir çok yoğun çalışıyorum ve inanın blogları okumakta çok güçlük çekiyorum. Okuyabilsem bile yorum bırakmakta öyle zorlanıyorum ki. Evde zaten bilgisayarı çok mecbur kalmadıkça kullanmıyorum, dolayısıyla da bloglardaki son gelişmelerden, arkadaşlarımın son drumlarından inanın hiç ama hiç haberim yok şu an. Benim gibi hastalar varsa şifalar diliyorum. 

Bir blogger arkadaşım yaklaşık 1 sene önce bana demişti ki, "yorum yaptığın sürece yorum alırsın, yorumu ve okumayı bırakırsan senin yorumların da biter"...

Böyle olmamalı demiştim bu söze...

Ve böyle olmadı...
Yorum yapamadığım halde bana uzun süredir yorum yapmayı bırakmayan, bloğumun okunurluğunu ve ziyaretçi sayısını düşürmeyen siz sevgili dostlarıma çok teşekkürler. Blog aleminde hakkaten güzel ve gerçek dostluklar edinebildiğimi biliyorum...

İyi ki varsınız, sizi seviyorum...


Bu arada, bu yukarda gördüğünüzü oğluma hamileyken dikmiştim. Karyola başlık ve yan kollarına bağlanan karyola takımı. Hiç kullanmadım diyebilirim çünkü o karyolada oğlum neredeyse hiç yatmadı. Öylece söküp kaldırmıştım ben de. Şimdi aklımda yeni doğum yapan bir arkadaşım için alt açma örtüsü yapmak var. Bakalım ne zaman ve nasıl yapacağım :)

Kalın sağlıcakla...

Garip-al Enfeksiyon ve Yaşamdan Notlar


Yeni bir haftaya, bir gün gecikmeli de olsa merhaba...
Dün işe de gelemedim, öyle bir hastalık ki kafamı kaldıramadım, ben de anlamadım ne oldu bana bir anda.
Pazar günü "acil"e gittim ve netice "gribal enfeksiyon"

Zaten enfeksiyon olduğunun farkına varmıştım, yutkunamıyor, hiçbirşey yiyemiyordum. Kolumu kaldırmaya da halim yoktu. Hala da atlatmış değilim ama raporum bitti ve ben işe geldim. Ayakta belki de daha çabuk iyi olurum, ne dersiniz?

Demiştim fetret dönemindeyim diye, demek hastalık bana uzaktan el sallıyormuş geliyorum diye de ben farkedememişim. Doktorumun verdiği ilaçlara devam, kulaklarım sanki tıkalı gibi, söylenenleri birkaç saniye sonra anlayabiliyorum:)) Olsun, bugünümüze elhamdülillah. Pazar gününe göre çok iyiyim şükür...

Gelelim greyfurt suyuna.
Kış geldi mi benim vazgeçilmezimdir greyfurt. Ya her akşam böyle koca bir bardak suyunu içerim taze sıkılmış, ya da bir greyfurtu yerim. Vazgeçilmez meyvemdir. Ee ona rağmen geldi ya bu hastalık:) Olacağı varmış demek ki:)

Not: 
Greyfurtun Yararları

C vitamini içerir. Bir Greyfurtta yaklaşık 80 mg C vitamini vardır. Enfeksiyonlara karşı vücudu koruması greyfurt yararları arasındadır.
Yapılan deneysel çalışmalar greyfurt meyve suyunun ve çekirdek özütünün bakteri, mikromantar ve virüslere karşı etkili olduğunu göstermiştir.
Greyfurtun bir diğer yararı dişeti kanamaları olan kişilerde kanamaları azaltıcı etkisidir.
Greyfurttaki lycopene ve liminoids kanser karşıtıdır.
Nikotinin vücuttan atılmasını ve sigara içme isteğini azaltır.
Yapılan yeni bir araştırma greyfurt suyunda yüksek oranda bulunan naringin ve naringenin adlı flavonoitlerin ağız kanserleri oluşumunu belirgin ölçüde azalttığını göstermiştir.

 Netten alıntıdır.


Bu arada, tüm kek yapım bilgilerim alt-üst olmuş durumda:)) Hani kekin kabarması, kocaman olması için şeker ve yumurtanın 3-5 dakika mikserle çırpılması, krema haline getirilmesi gerekirdi. Çok çok acil yaptım bu keki. İçinde tahin var. Mikseri elime alacak bile vaktim yoktu, hemen çatalla bir-iki çırpıştırıverdim. Öylece fırına attım keki. İşte sonuç. Üstelik kabartma tozu da yarım paket ekledim. Yani ne demek oluyor, bu işler kısmet işi, çatalla kocaman şişerken, mikserle hiç şişmeyen keklerim oldu vesselam :)))
Haydi kalın sağlıcakla:)

Bir Ses Vereyim İstedim :)


Yazamadığım nadir zamanlardayım sanırım bu sıralar
Fetret dönemi gibi :)
tam 2 saattir yazmaya çalışıyorum şu yazıyı...
En iyisi, kısadan anlatayım neler yapıyorum şu sıra...



Daha önce, oğlumun 1. yaş scrapbook'u için hazırladığım keçe defter kabını paylaşmıştım sizlerle. Aynı scrapbook'tan bir de kardeşimde var ve bu da onunki için.


Diğer tarafta, takvim projesi devam ediyor. Artık sonlara yaklaştım şükür. Elimde en çok bekleyen iş oldu ki nakışları oldukça zaman aldı. Özellikle nereye yaptıracağım konusunda baya çalışma yaptım, bekledim. Yakında kısmetse burada bitmiş haliyle...

Sevgiyle kalın...

Ispanaklı Revani


İyi bir hafta dileklerimle haftanın ilk yazısına tatlı ile başlayalım istedim. Revaniyi ilk kez denedim açıkçası. İlk seneme için ıspanaklı revani teercihi belki biraz cahil cesareti oldu ama :) Yine de iyi ki yapmışım dedim, korktuğum başıma gelmedi. Ispanağın ne kokusu ne tadı vardı tatlıda. Kesinlikle harika bir renk, hepsi bu. Bir de portakal rendesinin verdiği o muhteşem aromaya bayıldım. Bu revaniyi Gülcan'da görüp hemen not almıştım. İçindekileri kendime göre azaltıp çoğalttım, değiştirdim. İşte tarifim:

3 yumurta 
1 bardak un 
1 bardak irmik
1 bardak şeker
1 bardak ıspanak püresi
1 paket kabartma tozu
1 bardak ayçiçek yağı
1 portakalın kabuğunun rendesi

Şerbeti için: 
4 bardak su 
3 bardak şeker
5-6 damla limon

Marketten hazır paketlenmiş ıspanaklardan almıştım. 250 gr'lık olabilir ama emin değilim. İlk iş 
ıspanakları çok az suda haşladım. İyice sıkarak suyundan ayırdım ve püre haline getirdim. Diğer tarafta revaninin hamurunu, kek hamuru gibi hazırladım. O an başka işlerim de olduğu için şeker ve yumurtayı blenderda yaptım. Hem de bir deneme oldu bu benim için ve artık blenderda yaparak diğer işlerime de aynı anda bakabileceğimi anlamış oldum :))


Kek hamuru haline getirince yağlanmış bir borcama karışımı döktüm ve 180 derece fırında pişirdim. Kısa sürede pişiyor. Şerbetin malzemelerini de bir tencereye alıp kaynattım, kaynarken limon suyunu da ekledim ve kısık ateşte birkaç dakika kaynattım. Hamuru soğuk, şerbeti ılıkken şerbeti döktüm ve hindistan cevizi ile servis yaptım. Afiyetle...

Aşkın Gözyaşları Hakkında Birkaç Söz

Aşkın Gözyaşları - Tebrizli Şems

Biyografik bir roman olan ve en çok satanlar listesinde hala 1. sırada yer alan bu kitabı bitirdim ikinci bir karar ile. Daha önce yarıda bıraktığımdan bahsetmiştim. Başlarda, belki de Konya'da olmamızın, Şems türbesinin yanıbaşımızda olmasının bir getirisi olacak ki, sürekli anlatılagelen bir hayat hikayesi olarak görmüştüm kitabı. Ve evet, Hz. Mevlana ile karşılaşıyorlar, konuşmalar, sohbetler... Tekraren okuduğum, tekraren dinlediğim bir biyografi gibiydi. Sıkıldım, evet çok sıkıldım. Hikayenin kötü anlatılmış olması değildi sebep, anlatım güzeldi ama bildiğimiz şeyler bunlar demiştim kendi kendime. Hani vaktim çok değil, okumayacağım deyip kenara koymuş ve Katre-i Matem'e başlamıştım. Benden sonra bu kitabı Aslıhan ( urfatutkunu ) aldı, okudu. Döndü bana dedi ki sonra " Nasıl beğenmedin bu kitabı hiç anlamadım? ". Ben de ona "Sen nasıl beğendin ben de onu anlamadım? " dedim. Ama açıkçası bu konularda Aslıhan'ın fikirlerine, seçiciliğine de güvenirim. Asıl dedi, 50-60 sayfadan sonra heyecan geliyor kitaba. Evet, onun kadar sabırlı olamamamın getirdiği bir durum olacak ki, ilk 50 sayfayı atlatamadan bırakıvermiştim kitabı...

Ahh bu kitaplar....
Oğuz Atay'ın "Tutunamayanlar"ını 60 sayfa okuyup bıraktığımı da hatırlıyorum. Hala da okumamışımdır o kitabı, evde öylece durur. Şimdi elimde Elif Şafak'ın "Firarperest"i var. İlk kez Elif Şafak okuyorum. Hani o "Aşk" fırtınasında her yerde aynı kitabı duymaktan sıkılıp, elime bile almamıştım bu yazarın kitaplarını. Bakalım Firarperest ile başladık, sonu hayrola:)) Firarperesti de bırakayım dedim ama sonra "dur" dedim kendime. Hep aynı senaryo olmasın...

Gelelim "Aşkın Gözyaşları"na...
Bir kitap ancak bu kadar sevgi akıtır insanın içine
Bir kitap ancak bu kadar Aşk'ı anlatır
Aşk'a feda edilmiş bir ömür, o uğurda feda edilen bir beden...
"Ey Celaleddin, talipsen yüreğime,
yalnızlığını adayacaksın bana..."

Günümüzün aşk anlayışıyla hiç ama hiç örtüşmeyen bir aşk hikayesi anlatılıyor bu kitapta.
Mevlana ve Şems'inin aşkı.
Çoğu anlayamıyor bu aşkı, kıskanıyorlar belki Şems'i Mevlana'larını onlardan kopardığı için...

Ayrılıyorlar, yanmak ve tekrar kavuşmak için. Her ayrılığın sonunda kavuşma anı böyle olacaksa, o ne güzel ayrılıştır diyesi geliyor insanın. Hamken pişmenin ve hatta yanmanın hikayesi. 

Elveda yoktur aşıkların makamında... Biz hiç ayrılmadık ki.

Kitabın sonu, inanın bana en heyecanlı filmlere bile taş çıkaracak kadar güzel olmuş. 
Ve işte son vümleler ( Hz. Şems'in Hz. Mevlana'ya gönderdiği mektubu ): 

"Başımı kesip kör kuyuya atsalar... Şah damarımdan oluk oluk kan akıtsalar... Dokuz yurda tenimi lime lime dağıtsalar... Yedi çkal sürüsü vücuduma saldırsalar... Kırmazdı acılar beni, yorardı belki teni. Özümsün, özümle ararım Mevlana'm seni. Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş."

Okumanız tavsiyesiyle...

* Mevlana Hazretlerinin Şems'ine yazdığı o son mektubunda geçen Hamuş'un anlamı: Suskun...

Fırında Terayağlı Tavuk


Tavuğun en çok bu halini seviyorum. Fırın poşetinde pişmiş olanını yani. Aslına bakarsanız şimdi düşündüm de, son zamanlar aşağı yukarı tüm tavuk bulunduran tariflerimi poşette yapmışım. Tavuk sarma  1 ve 2 de bunlara dahil :) 

Bu tarifi daha önce vermiştin diyeecksiniz belki ama, bu kez sosunu kızartarak hazırlaım. Farklı oldu, hem tadı hem görüntüsü. Kesinlikle bence daha güzel oldu. Diğer tarif işte burada...

Malzemeler:

4 parça göğüs eti - tavuk
2 büyük boy patates - iri doğranmış 
3 yemek kaşığı tereyağ
1 tatlı kaşığı salça
Kekik
Köftelik baharat
Tuz ( ben salçam tuzlu olduğu için kullanmadım. Siz kendi malzemelerinizin durumuna göre ayarlarsınız. ) 

  • Geniş bir kaba iri doğradığınız tavukları koyun.
  • Patatesleri de iri doğrayıp aynı kaba ekleyin.
  • Kekik, köftelik baharat ( ve gerekiyorsa tuzu ) ekleyin. 
  • Bir tavada tereyağını kızdırın. İçine salçayı ekleyin ve kokusu çıkana kadar ocakta pişirin.
  • Tereyağlı karışımıda tavuğun içine döküp hepsini güzelce karıştırın. 
  • Fırın poşetine doldurun ve fırına verin. Poşete doldurduğuuz karışımın eşit pişmesi için, poşeti tepsiye koyup üzerine parmaklarınızla bastırın. Aşağıda fotoğraflarla açıkladım bu durumu.
180 derecede patatesler pişene kadar fırında kalması yeterli. 


Burada fırın poşeti ile ilgili bir de bilgi vereyim. Birkaç arkadaşım daha önce sormuşlardı. Fırın poşetinden çıkan o bağlama aparatını kaybettiğimizde ne yapacağız diye. Ben açıkçası o aparatları şimdiye kadar hiç kullanmadım. Yukarıda fotoğraflarla gösterdiğim gibi, poşetin uç kısmını alta kıvırıyorum. Dışına suyu bile çıkmıyor. Eğer poşet çok dolu ise ve suyu akar endişesi taşırsanız ( ve beim gibi fırın tepsisine yapışıp kalan kirleri yıkamayı da hiç sevmiyorsanız ), işte o zaman bir yağlı kağıt koyun teksiye. Üstüne de poşeti koyun ve ağız kısmını yukardaki gibi alta kıvırın.



Afiyet olsun, sevgiyle kalın...

% 30 İndirim Günü - gece 23'e kadar

9 Şubat 2011 
Pasaj bugün bir güzellik yapmış
Herşey % 30 indirimli
İndirim gece 23'te bitecek
Bu fırsat kaçmaz, pasajıma bekliyorum


Örneğin patates kafa 35 TL yerine bugün 24,5 TL...

Tüm ürünler % 30 indirimli, indirimden yararlanmak için ürünleri pasajdan alırken indirim kodunu girmeniz gerekiyor, unutmayınız.


Sevgiyle kalın...

Çalışma Hayatında Kadının Yerine Bakış

Derin mevzular bunlar.
Uzun uzun konuşulacak, her taraftan farklı kişiler ve kişilikler tarafından bakılarak tane tane incelenecek mevzular.
Ben de kendi açımdan, benim tarafımdan baktığımda neler görüyorum, onları aktarayım istedim. 
Aslına bakarsanız, biraz da bu konunun içine itildim:) Tetiklendim yani.

Sene 1997...
Üniversite sınavına girmişim, ağustos ayı, sonuçları bekliyoruz ha bugün ha yarın...
O gün hazırlanmışım, babanneme refakat edeceğim, dostlarıyla oturup hasbihal edeceklermiş.
Birinin torunu var yaşıtım, ben de gidip onunla görüşeceğim işte.
Evden çıkmak üzereyiz, telefon çalıyor, Süheyla kardeş telefonda.
Sonuçlar açılanmış, gazete elindeymiş.
Hemen numaramı veriyorum, bakıyor ve müjdeyi veriyor.
Elektrik-Elektronik Mühendisliği.
Koca bir "ohhh" çekiyorum, zira tam da istediğim tercihimi kazanmışım.
Artık gidebiliriz deyip çıkıyoruz babaannemin dostları ile görüşmeye :)

Orada mevzu açılıyor, bir teyze ile konuşmamız hala aklımda:)

T - Sonuçlar belli olmuş baktınız mı?
B - Evet
T - Neresi oldu, istediğin yer mi?
B - Evet, Elektrik- Elektronik Mühendisliği
T - Vah kuzum, açıkta kalmamak için mi yazmıştın. Erkek mesleği ama napcan, olsun bakalım.
B - ? ! ? !

Babannem olaya müdahale ediyor, açıkta kalmamak için yazmadığımdan, erkek mesleği olmadığından, istediğim yer olduğundan vs vs.
Ben ise sadece şaşırıp kalıyorum.
Yok şimdi gülüyorum olaya ama o anda başımdan aşağı dökülen kaynar suların kaç kazana sığabileceğini bile kestiremiyorum:))
Ne demek erkek mesleği???
Aradan bir sene geçiyor. Yaz tatilinin 1 ayını okulda staj yaparak geçireceğiz. 
Staj için alınması gereken havya, çekiç, lehim teli, pasta vs vs listeye bakıyoruz Derya ile.
Derya sınıftaki diğer kız arkadaşım.
Sınıf mevcudu 60.
2 kız 58 erkek !!!
O teyze gibi düşünenler çoğunlukta olacak ki, sınıfta kıyasıya bir azınlık durumu yaşıyoruz.
Yine de memnunuz hayatımızdan, o da seviyor mesleği, ben de...
Herneyse, biz staj malzemelerini koridordaki panodan yazarken, yanımıza bir teyze yanaşıyor.
Yok içeri nasıl girip gelmiş anlamış değilim ama yaz günü olmasından kaynaklı sanırım, hani öğrenciler felan olmayınca, sanırım pek önemsememişler.
Gelmiş işte...
Son sınıflardan birinin annesidir diyoruz. Onlar da mezuniyet işlemlerini yaptırıyorlar çünkü.
Yanımıza geliyor, soru sorar gibi bakıyor bize. Biz de kimi aradığını soruyoruz.
Bir kız arıyormuş:)

-Son sınıfta olacak
-Elektrik - Elektronik mühendisi olacak
-Güzel de olacak tabi
- Bir de nişanlı felan olmayacak
Nasıl yani???
Anlamıyoruz bir an, kimi arıyorsun diyoruz tekrar, başlıyor anlatmaya:

- Oğlum inşaat mühendisliğinden mezun oluyor da, bir büro açacak. O büroda Elektrik mühendislerinin de imzası gerekirmiş. Ona kız bakarım. Var mı bildiğiniz evlenecek kız???

Şok şok şok oluyoruz!!
Biz bilmiyoruz deyip başımızdan savıyoruz.
Yok bu olaya yorum bile yapmak istemiyorum artık siz kendi yorumunuzu kendiniz yaparsınız. Hala aklıma geldikçe beynim uğulduyor!!!

Seneler geçiyor, okuldan mezun oluyorum.
2003 senesinde şimdiki çalıştığım işe giriyorum.
2004 senesinden bu yana da teknik servis birimindeyim.
Tüm yurda yayılmış çok sayıda ürünümüz var ve teknik bakımlarıyla ilgileniyorum.
Bakış açısı hep aynı, karşımdaki kişi değişse de haftada bir kez karşılaştığım diyalog şu:

- Alo
- Buyrun ben Hilal
- Ben teknik servisi aramıştım, yanlış aktardılar galiba
- Doğru yerdesiniz, Hilal ben- teknik servis sorumlusu!!!

Konuşma genellikle burdan sonra normal seyrine geçse de bazen teknik bir elemana beni aktarın diyenler bile çıkıyor. İşte size teknik eleman diyesim geliyor.. Sıkıyorum kendimi... Neyse ki yılların verdiği bir durum olacak ki, birçok kişi teknik elemanın bayan! olmasına alıştı. Ama henüz yeni kontak kurduğumuz kişilerle dediğim gibi haftada bir bu konuşmayı tekrarlıyoruz:)

Alışacaklar...

97 senesinde üniersiteyi henüz kazanmışken o yaşlı teyzenin "erkek mesleği" dediği durum, 2011 senesinde hala ve ısrarla karşıma çıkıyor. 

Bu önyargıyı nasıl kırarız inanın bilemiyorum. Tek bildiğim, çalışma hayatında kadın hala yerli yerinde oturmuyor. Aslında hakkınca bulunduğu mevkiyi dolduruyor, titizce işini de yapıyor ama hala kafalardaki önyargıları parçalayamadı. Sanırım daha uzun yıllar bu böyle sürecek gibi. 

* Dipnot1:
1. sınıf sonunda yapılan 1 aylık okul staj döneminde tesviye stajı hariç ( ki bilenler güce dayalı bir iş olduğunu çok iyi bilirler) tesisat, lehimleme, bilgisayar, baskı devre yapma gibi tüm alanlarda Derya ve ben - yani sınıftaki iki kız - istenen ödevleri en başarılı ve en hızlı yapanlardandık. Bu da erkek! mesleği diyenlere kapak olur sanırım :)

* Dipnot2:
Bölümdeki kız öğrenci sayısında ciddi artışlar olmuş. Artık 10-15 kişiyi bulduğu oluyormuş. İşte bu sevindirici :)

Alkışlıyorum / Yaşasın Tahin Pekmez


Hayranım bu küçük beye. 
Aslında reklama ve yapımcılarına hayran olduğumu söylemeliyim.
Tahin- Pekmez reklamı çok farklı şekilde de yapılabilirdi ama Koska, babasının gücünün tahin-pekmezden geldiğini söyleyip hapur hupur ekmeğe sürdüğü tahin-pekmezini yiyen bu şirin beyle yapmış reklamını. ne de iyi etmiş.
Yanlış anlaşılmasın, amacım bir markanın reklamı yapmak değil...
Amacım, çikolataya, gofrete, şekere, boyalı gıdalara yapılan reklamlarla bu zararlılara özendirilen çocuklarımızın, bu reklam ile doğala, iyiye özendiriliyor olmasının altını çizebilmek.
Yani önemsediğim burada ilk etapta marka değil, ilk etapta tahin ve pekmezin bizzat kendisidir.
Doğal yöntemlerle elde edilen tahin de pekmez de besleyiciliği kuvvetli doğal gıdalardır ve bunların çocuklarımıza özendirilmesi ise ayrı bir güzellik oldu benim için.

Cips reklamlarından gına gelmişken,
Yaşasın TAHİN-PEKMEZ reklamı...
Ne güzel oldu bu reklam Koska, teşekkürler....


Domatesli Biberli Pilav


Sağlık, huzur ve mutuluk dolu bir hafta hepimizin olsun. 
Şubat ayına hızlı mı girdik, benim meşgalelerim mi fazlalaştı bilemiyorum ama sanki zaman yetmiyor gibi. Bu durumda, zamanımızın bereketlenmesini dilemek ve zamanı tasarruflu kullanabilmek için çaba sarfetmeliyiz sanırım. 

Öncelikle elimde son hallerini almayı bekleyen takvim projesi, seyyar ayakkabı hurcu, bir atkı ve kesilip hazırda dikilmeyi bekleyen polar bebek sonlanırsa çok bahtiyar olacağım:) Özellikle de atkıyı -kış bitmeden - örebilmeyi ümit ediyorum:) 



Bir süredir yavaşlattığım yemek tariflerime bir yenisi daha eklensin istedim ve işte domatesli biberli pilav. Bu kez ben yapmadım ama, eşim yaptı, ben fotoğrafladım. Önyargılı davanmıştım ama sanırım bundan böyle pilavlar domatessiz pişmeyecek:) Özellikle pilavı yerken gelen o biber kokusu var ya, kesinlikle çok çok yakışmış, lezzet katmıştı.

İşte tarifimiz:

Malzemeler:
1 büyük bardak pirinç ( 1,5 su bardağı pirinç ) - yıkanmış ve suyu süzülmüş olarak
1 ortaboy domates - ince ince doğranmış
1 adet çarliston biber - ince ince doğranmış
arpa şehriye ( 3 yemek kaşığı kadar )
3 bardak su
tuz
tereyağ - 1,5 yemek kaşığı kadar

  • Tereyağı eritin. İçine biberleri ekleyip biberleri güzelce kavurun.
  • Biberler kavrulmaya yön tutunca arpa şehriyeyi de ekleyip kavurun. 
  • Kavrulma işlemi tamamlanınca pirinçleri ekleyin. Hepsini bir güzel kavurun.
  • Domatesleri de ekleyin ve tuzunu atıp suyunu ekleyin. 
  • Suyunu çekene kadar kısık ateşte pişirin. Ocağın altını kapatıp kapağın altına bir havlu koyun. Demlendikten sonra afiyetle yeyin.

"Katre-i Matem" , "Aşkın Gözyaşları" ve Bir İç Konuşma Üzerine

Katre-i Matem

Okumak için daha çok zaman, daha çok mekan istiyorum
Her kitap başka bir alemdir, başka bir dünyadır diyorum...

Bu sıralar işe giderken serviste, öğle tatillerinde, akşamları uykuya gitmeden önce elimden düşürmediğim kitabım "Katre-i Matem" bitmiştir...

Öncelikle büyük puntalarla belirteyim OKUNULASI bir kitap.
İskender Pala kitaplarına ayrı bir sevgim olmuştur zaten her zaman, ki "Babil'de ölüm İstanbul'da aşk" en vazgeçilmez kitaplarım arasındadır.

Kitabın kısaca öyküsü şu:

İskender Pala, bir gün bir müzayedede, belki de hiç aklında yokken bir el yazması eser alıyor ve başlıyor okumaya.
Kitapta bir ölümden, bir cinayetten bahsediliyor.*
İşte "Katre-i Matem"i de bu el yazması eser ışığında yazıyor.

Yeni evlenen bir çift, birbirlerini deliler gibi seviyorlar ve evlendikleri gecenin sabahında erkek uyandığında kızın öldürülmüş olduğunu görüyor!!!

Ve başlıyor aramaya, katil kim? Neden? Nasıl? 
Derken işte bu kitap ortaya çıkıyor...

Daha fazla anlatmayacağım, iç içe geçen olaylar, çok güzel bir anlatım.

Ama itiraf etmeliyim, ilk 50 sayfayı okuyup da tam birşey anlamayınca bıraksam mı demiştim.
İyi ki bırakmamışım.

İskender Pala'ya Not:
Sonu biraz havada kaldı gibi, ne dersiniz :)

AŞKIN GÖZYAŞLARI
Gerçi ben bu aralar her başladığım kitaba aynı muameleyi gösteriyorum:)
Bu kitaptan önce "Aşkın Gözyaşları - Tebrizli Şems"i okuyordum.
45 sayfa sonrasında, bu kitap nasıl "çok okunanlar" arasına girmiş diye düşünüp kitabı okumayı bırakmıştım. 
Çünkü çocukluğumuzdan bu yana dinleyerek büyüdüğümüz Şems-Mevlana konuşmaları ve buluşmalarını anlatıyor gibi gelmişti
Bir nevi bilgi tekrarı gibi görmüştüm.
Ardımdan kardeşim kitabı okudu, tam da dedi ki 50. sayfadan sonra çok çok heyecanlandı!? :)
E ben de hemen kitabı bitirmeye karar verdim :)

Aldım bakalım elime yeniden, bitireceğim bu kez kararlıyım.
Onu da yazarım sizlere kısmet olursa.
Bahar gelsin size taze taze Şems-i Tebrizi türbesinden fotoğraflar çeker, bir de onu anlatan yazı yazarım bakarsınız.
Nasıl güzel olur değil mi...

Haydi kalın sağlıcakla...

* Dipnot: 

Defne Joy - yani bir İNSAN - vefat etti, konuşulanlar ayyuka çıktı da aldı başını gidiyor. Yok yazmayım dedim ama kendime de söz dinletemedim. Ne kadar alışmışız eleştirmeye, ne kadar alışmışız yargılamaya, arkadan konuşup verip veriştirmeye. Magazine... 
Bırakın bunları lütfen.
Bir insan yöresini değiştirmiş, artık söylediklerinize cevap veremez, kendini savunamaz.
Kaldı ki, ayıp örtücü olmak ne büyük meziyettir, eğer ki böyle birşey söz konusu bile olsa...
Bırakın eleştirmeyi lütfen.
Ölüm son noktadır. Ne yargılamaya, ne cezalandırmaya hakkınız yok.
Nasıl ölmüşse ölmüş, nedir bu merak anlamıyorum. 
Mevzu bahis "ölüm" dür, nasıl olduğu bizi ilgilendirmez.
BHırakın ne düşüneceğine ailesi, tanıyanları sessizce karar versinler.
Belki bir kez bile görmediğimiz bir İNSAN adına ne çok konuşuyoruz...
Aynısı kısa bir süre önce Kıvırcık Ali'ye de olmamış mıydı? 
Anlayamıyorum...
Eleştiri ve yargı makinesine dönüşmüşüz de farkında değiliz!!!

Ne diyor Mevlana Hazretleri Yedi Öğüdünde:
"AYIPLARI ÖRTMEDE GECE GİBİ OL"
"HOŞGÖRÜLÜLÜKTE DENİZ GİBİ OL"

İnsana insan olduğunu hissettirecek kadar saygılı davranabildiğimiz bir dünya düşlüyorum....

Sevgiyle kalın...

Bir Küçücük Tavşancık Varmış


Güzel bir gün olsun, içimiz neşe dolsun:)
Bir yandan keçe ve yanında isteğiniz üzere polar satışı devam ederken ( ki belirtmek isterim artık ten rengi keçe tükendi tükenecek diyebilirim ), diğer yandan da bir süre önce başladığım ve ufak ayrıntılarını yapıp tamamlamam için beni bekleyen polar hayvancıklarıma hız verdim ve işte geçtiğimiz gün bu küçük tavşancık da tamamlanmış oldu:) Aslında ilk başta kulaklarına elyaf doldurmayacaktım ama unutup onları da doldurmuşum:) Diktikten sonra farkettim ve neyse olsun dedim :))


Bu tavşancık bir arkadaşa gidecek bir süre sonra. İyi günlerde kullansın, gördükçe beni hatırlasın...

Haydi sağlıcakla kalın...

Brokoli Köftesi


Şükür yaptım da merakım geçti:) Ne zamandır istiyorum, aldığım brokoli en sonunda ya yemek oluyor ya salata. Ama şükür bu kez direndim ve köftesini yaptım:) Nurturia'daki annelerden bol bol övgüsünü duyuyordum. Hakkaten dedikleri kadar varmış. Malum benim sebze ile pek aram yok ve son zamanlar nasıl olur da kendime sevdiririm sebzeleri diye böyle arayışlar içine giriyorum zaman zaman. Ben tarifi kendime göre değiştirdim, içine peynir ekledim mesela. İşte benim tarifim:

Malzemeler:
1 ufak boy brokoli
1 ortaboy patates
yarım su bardağı ufalanmış beyaz peynir
1 tatlı kaşığı salça
1 yemek kaşığı sıvıyağ
tuz ve yeterince un

  • Öncelikle brokoliyi ve patatesi ( patatesin küp küp doğranması iyi olur ) ufak parçalara ayırıp ayrı kaplarda  haşlayın. 
  • Haşlanmış brokoliyi elinizde hafifçe yoğurarak daha ufak parçalara ayırın. Bu esnada ben gövdedeki sert kısmı çıkardım. 
  • İçine patatesi, salçayı, tuzu, sıvıyağı, peyniri ekleyip, köfte kıvamına gelene kadar yavaş yavaş un ekleyin. 
  • Çok az yağladığınız teflon tavada kızarana kadar pişirin. Fırında da güzel olduğunu duydum, deneyebilirsiniz.
Not: İçine bir yumurta konsa daha mı iyi olurdu acaba diye düşündüm. Bazıları kırıldı ki yumurta sanıyorum o kırılmayı önlerdi. Ama bu haliyle de bence çok güzel ve yumuşacıktı.

Afiyetle...


Related Posts with Thumbnails